16 Aralık 2012 Pazar

Çok Güzel Şey

Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu


Melih Cevdet ANDAY



* Bu şiir, sırtına 2 kere vurup "iyisin iyi" diyen dost gibi adeta.

25 Kasım 2012 Pazar

İki Sahne İçin Doğdum

Şarkı eşliğinde okunması tavsiye edilir.


       Bir insanın seni tanıdığını ancak seni okuyabildiğinde anlayabiliyorsun. Böyle durumlar için hediye alışverişi, mahçup olunacak bir şeyden çıkıp içtenlikle yoğurulmuş tatlı beklentilere dönüşüyor adeta. Bu yazım da beni bu mahçubiyetten uzaklaştırıp aldıkları içten hediyelerle ve hediye paketlerini açmaya başladığım anda beni gerçekten "okuduklarını" hissettiren insanlara gelsin.

       Gözümün önünde bir sahne canlanıyor. Rakı sofrası kurulmuş, bu sofranın hakkını verebilen hoş sohbetli insanlar etrafına dizilmiş, köşedeki konsolun üzerindeki pikapta Müzeyyen Senar ezgileri... Kadehler tokuşturuluyor, eskiler anılıyor, ağlanıyor. Yine de içimizde yenilere olan bir hoşgeldin heyecanı. Bir yandan ülke kurtarılıyor, küfretmeyenler küfrünü edip kadehini kaldırıyor. Şereflere içiliyor, şerefsizler de ihmal edilmiyor. Onlar için de üzerine bol buzlu su içiliyor. Rakının üzerine su içilmesi de bundan değil midir zaten? Bir anda müzik değişir; Müzeyyen ablamız Sevmekten Kim Usanır sorusunu gönüllere sormaya başlar. Herkes aniden susar, çünkü herkesin cevabı kendinde saklıdır, aslında herkes hemfikirdir...



       İkinci sahnede ise burunlarda buram buram bir kahve kokusu hakimdir. Ünlü düşünür (!) "Çay en az 2 kişiyle, kahve ise en fazla 2 kişiyle içilir." demiştir çünkü. Bu sözü unutmamıştır "çift kişilik yalnızlık". İnce boyunlu, narin kahve fincanlarıyla bol köpüklü kahve dudaklarla buluşur. Hiç konuşulmaz bu esnada. Önceki sahnenin aksine ülke de kurtarılmaz. Kahve içerken burnun kokuyu onaylaması, damağın telveyi sahiplenmesi gerekmektedir çünkü. İnsan bu sahiplenişi kahve fincanının 2. sahibinde de görmek ister ne de olsa. O yüzden kahveler de bu duygunun hakkını verenler için pişer zaten.

       İçimdekileri okuyabildiğiniz için ne kadar teşekkür etsem azdır size. Zaafım olan bu iki sahneyi tekrardan hatırlattınız bana. Hayatın bir yerinde bu iki sahneden birinde başrol olmanız dileğiyle. Hep sevgiyle kalın.



21 Kasım 2012 Çarşamba

Lâki-n

Büyük söz söyleyenin düştüğü durumu bir de dışardan görmen lazım. O halde bir sonraki laki şerefine gelsin, 6.5 liralıktan. Ben olmayan beni bir tek sen tanıyorsun ne de olsa.

4 Kasım 2012 Pazar

Pamuk İpliği


       Her bir arkadaşlık bir sonrakinin gelişiminden sorumludur. Bir insana güvenmişsen, bir sonrakine de aynı güvenle yaklaşırsın. Aldanmışsan, şüpheye düşmüşsen, bir sonrakinde daha temkinli olursun.
       İnsanlara karşı sandığımızdan çok daha fazla sorumluyuz aslında. İlişkilerin pekişmesi küçük ve büyük birçok olay ve paylaşımın birikmesiyle oluyor çünkü. Bir insana bir bardak çay ısmarlamanız, yaptığınız küçük bir şaka, eve gidiş yolunda ayaküstü küçük sohbetler, hatta sevmediği bir hocayı size çekiştirmesi bile ilişkinizin gidişat ve seviyesinin belirleyebiliyor. Aynı zamanda en ufak bir durgunluk, saçma bir espiri, ses tonunun değişikliği de duygu değişimine sebep olan şeylerden birkaçı.
       Bu kadar basit olaylar hayatımıza yön verirken ilişkilerin nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu görmek zor olmasa gerek.
       Şöyle bir şey de var ki; bu aralar elim pamuk iplikleriyle değil de halatlarla aşınmış durumda. Ama bu sefer elimdeki bu izler ne mutlu ki acı çektirmek amacıyla değil de kalıcı izler yaratmak amacıyla yapılmış. Ve ben bunun için her gün şükrediyorum.

"İnsanlar" iyi ki varlar.

3 Temmuz 2012 Salı

Dinim Yandı

İnsanlarla konuşmaktan nefret ettiğim 2 konu var: Siyaset ve din. Zamanında dilim çok yandığı için konuşmamaya özen gösteriyorum diyelim. Zaman zaman konular kontrolden çıkınca açık açık söylüyorum bu kararımı. Ama kimi insanlar var ki bunu öğrenince adeta ağzının içine girip kafalarında o önyargıyı oluşturacak cümleyi cımbızla çekmeye çalışıyorlar senden. O saatten sonra ne ağzından çıkan her kelime kafalarında oluşan "sen" profili için kanun oluyor adeta.
Adam Mevlana'nın Mesnevi'sinden bahsediyor. Sen özetle; "okumadım, genellikle gizem ve gerilim türü okurum" içerikli bir konuşma yaptığın anda kâfir sayılabiliyorsun. Bali, toner, benzin, ambersil gibi kokuları sevdiğinden ötürü kokulara olan zaafını belli etmek için "önceki hayatımda tinerciymişim" desen, adam sana reenkarnasyona mı inanıyorsun diye soruyor.

İşte bu konumda zamanında aldığım kararla gurur duyuyorum. İnsanların inançlarını sorgulamayı kendine vazife edinen küçük beyin misketleriyle oynamak pek de eğlenceli değil. İnanış, tek başına oynaman gereken, kuralları konulmuş ve buna rağmen kurallara uymak oynayana bırakılmış bir oyun. Kendi başına kaldıkça keyif vereninden. Ta ki bir oyunbozan gelip de asabını bozana kadar...

Not: Bu yazıdan yola çıkıp da hala bazı şeylerimi sorgulayan varsa saçı dökülsün, tırnağı kırılsın, serçe parmağını sehpaya çarpsın. Amin.

13 Haziran 2012 Çarşamba

Acemi Ressam

       Bazen öyle bir an geliyor ki "gülen bir yüzü hak eden milyonlarca insan varken ben niye sana gülümsemek zorundayım ki?" diye sormaktan kendimi alamıyorum. Bu sorunun cevabı birazdan yazacağım satırlarda gizlenmek yerine her karşılaşmamızda alenen ortaya çıkıyor aslında.
       Şimdi, dişlerini göstermeden gülümse. Sonra o gülümsemenin seviyesinin biraz düşür ve bakışlarını ekrandan hafifçe kaçır. Bak işte tam olarak böyleyiz. İçine sindi mi bu gülümseyiş? Dolu dolu, dişlerimi gösterip, gözlerimi kısarak gülümsemek -evet bu benim gülümseyiş tarzım- varken ben oturmuş tebessüm seviyemi ayarlamaya çalışıyorum.
       Gülümsemek, insanın kendini bildiği anda kendisi için çizdiği bir resimken, ben boya kalemlerimi çalan insana "gülümsememi çizer misin?" diye soruyorum. Acemi ressamlara bir gülümsemeyi emanet etmek, ömrüm boyunca en sık tekrarladığım hatalardan biri olunca elimde patlak tuvallerle kalakalıyorum.
       O nedenle siz siz olun kendi içtenliğinizi ve gülümseyişinizi başka ressamlara emanet etmeyin. Kendi kendinizin ressamı olmak en güzeli. Çünkü bir gülümseyişi sahibinden daha iyi bir şekilde insanlara çizebilecek başka bir ressam yoktur.

10 Haziran 2012 Pazar

Odamda Bir Anı Havası

Boya badana yaptırıyoruz ya evde bayram havası. Bana düşen de odamın incik cıncık her yerindeki eşyaları düzenlemek. İncik cıncık dediğime bakma yarısı kullanılabilir eşyalar, diğer yarısı ise anılar. Atılması gereken ama bir türlü atmaya kıyamadığım anılar. Sinema,maç ve uçak biletleri, dilekçeler, derste yazılmış notlar, fotoğraflar, kişisel eşyalar... Hala atıp atmamakla ilgili büyük bir ikilem yaşıyorum. Tecrübelerime bakarsak ne zaman birine ait bir eşyayı saklasam o insanla koptuk. Eğer bir şeyler atılacaksa bu şu an yanımda olan ve beni destekleyen dostlarıma ve geçmişte kalan insancıklara ait eşyalar olacak. Ayrım yapmayacağım. Ah şu kıyamamak var ya en çok kavga ettiğim duygulardan biri. O yüzden toplamaya bir ara verip onun yerine şuracıkta kafamı toplayayım dedim, ama iyice karıştım.

1 saat sonra..

Yok abicim yok, KI-YA-MI-YO-RUM. Evet insancıklara saygım yok, ama anılara saygım var. Yine de ufak anıları atıp, temel eşyalara kıyamadım. Anı saklamak zamanı saklamak gibi. Ne kadar anı saklarsam o kadar uzun yaşayacağımı düşünüyorum adeta. Anılara göz atmak saatin kaç olduğuna bakmak, bilinçlenmek gibi. Sanılanın aksine birilerinin kokusunu, yazısını, eşyasını saklamak yerine, çok daha fazlası; "bak ben bu evrelerden geçtim, bak ben bunlarla büyüdüm" demek gibi anılar.

Bugün biraz zamanı yokladım işte. Arada bir teklese de saatim, ilerlemekten hiç vazgeçmemiş. Diyorum ya bunlarla büyüdüm, bunlarla yaşlanacağım. Çünkü benim anılarım insanlardan daha samimi ve daha saklamaya değer.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Çekme Yaptı

"arkadaş kalalım."

Bunu eski sevgiliye söylersen başka, eski dosta söylersen çok başka. Şimdilik 2. kısmıyla ilgileniyorum, ama anlatabilmem için haddinden fazla tahammül gerek. Bak ne dicem; bu sefer onu da benden bekleme. Çünkü kovalamaktan belime ağrı girdi. Halbuki doktor yürüyüş iyi gelir demişti. Ben yürümedim koştum belki de ondan oldu. İş koşmak yerine kovalamaya dönüşürse terim sırtımda soğuyabiliyor. Arayı fazla açma sen yine de.


Bi de bu şarkı güzel.


5 Haziran 2012 Salı

Buraya Odaklan

Çok sevdiğiniz biriyle fotoğraf çektirirsiniz, heyecanla fotoğrafa bakarsınız ama o gülmemiştir. İşte tam olarak böyleyiz.



17 Şubat 2012 Cuma

Edith Piaf'ın Ağzından Ben.. Biz.. Bilemedim Şimdi.

"Bu kadın ne kadar da bana benziyor, acaba burcu ne? Neyse şu bölümü bitsin internetten bakarım." diye düşündüğüm sırada burç konusunun açılması ve Edith Piaf'ın benim de olduğum gibi yay burcu çıkması. Ayrıca küçüklüğümden beri perşembe günlerini kendime uğurlu sayardım. İlkokuldayken en sevdiğim yemeklerin hep perşembeleri çıktığını farkettiğimden beri bu böyledir ve ben "her şeyimi" pazar günlerinde kaybettim. Terkediliş günüdür pazar.

Hırçınlığın ne kadar da bana beziyor Piaf. Sadece ben senden daha az şansımı denedim, daha az kişiye güvendim bazı konularda. Ama merak etme başarısızlık oranımız aynı.

Ne anlattığımı anlamadınız mı? Buyrun kitaptan bir alıntı:

"Şanslı günümü de biliyorum; perşembe. Beni hiç kimse önemli bir şeyi başka bir günde yapamam için ikna edemez.


Bütün sözleşmelerimi perşembe günleri imzalıyorum; ayrıca hayatımda önemli izler bırakan erkeklere de perşembe günleri rastladım. Nikahımız da perşembe günü olmuştu...


Buna karşılık bir de bütün şanssızlıkların beni bulduğu gün var; pazar. Eğer bir facia olacaksa, hep bu günü buluyor. Ayrıca hiçbir sekreterimi, hangi burçtan olduğunu öğrenmeden işe almadım. Referanslarına bakacağıma, burcunu sorardım. Şayet balıksa hemen işe alıyordum, çünkü ben bir "yay"ım ve benim burcumdan olan insanların "balık"larla iyi anlaştığını biliyordum."

Yine de arada yaptıklarına sinir olmuyor değilim sevgili Edith. Canım Dilan'ım söylemişti "insan kendinden bir taneye daha katlanamıyor." diye. Kusurlarını başkasında gördükçe daha da çekilmez oluyor insan. Seni, senin ağzından okudukça kendimi keşfediyorum.Defalarca okumalıyım bu kitabı. Çünkü insanın kendini okuması, okudukça tanıması büyük erdem.

Sonuç olarak sana edilecek en güzel temenni "sevgiyle" kalman sevgili Piaf. Bu dünyada olmasa da o hep inandığın yaşamdan sonraki hayatında en azından.